Atrocity – Okkult III

Transilvanya ormanlarını andıran zifiri karanlık bir manzara, günlerce yağan kar, insanın iliklerini donduran kara kış geceleri, buzla kaplanmış doğa manzarası ve Karadeniz Teknik Üniversitesi kampüsünde insanın kanını donduran kış geceleri ve acımasız death metal. 1997 yılı kışı.. Tüm ayaza ve gecenin karanlığına rağmen üniversite kampüsünü ve ormanlık arazileri adımlamalar ve gecenin soğuğunda dışarıda oturma deliliği.. Bu esnada kulaklardan asla eksik olmayan ürkütücü melodiler. Ve bu ürkütücülükte, güçlü bir dokunuşla sıcaklığını bu ruh halinden ve ortamdan alan bir aşk dokuması..

Death metal ve aşk ne alaka?
Belki de bir konsept albümün deliliğinde bulunan teskin edici güç ve ürkütücü bir karanlığın gizemlere boğup durmasıydı. Transilvanya ormanlarını zifiri karanlıkta adımlıyormuş gibi. Korku yok. Sadece gizem, melankoli ve delilik hali.. Bazı gruplarda, melodilerde, kısacası albümlerde hikayelerimiz yatar. Yaşam hikayelerimiz değildir bu. Zihnimizin en derinliklerine kazınmış haz veren anılar ve asla unutulmayan çentikler.. Bu anılardır bir gruba yaşanmışlık katan ve hikayelerimizi yazdıran.. Bu hikayeyi asıl güçlü kılan ise bana eşlik eden ilgili albümün yargıçlığında aşık olduğum bir kişiyi on saniye dahi olsa görebilmekti. Gençliğimde de fırlama bir tip değildim. Kendi içinde yaşayan, baktığı noktalarda bir şeyler bulan ve aşkı bu minvalde yaşayan.. Her şey, o kişinin yüzünü on saniye olsa görebilmek için kutsanan gecelerin ve kara kışın anlam bulması üzerineydi.


Tüm bu gizemleri ve delilik hallerini yaşatan ne olabilirdi?
Hikayenin beslenme noktası Atrocity ve ürpertici ‘Todessehnsucht’ albümüydü. Konsept bir yapı içeren, bir varlığın zihnen mahkumiyeti üzerinden şekillenen, keskin ve acımasız death metal tarzıyla yavaş yavaş delirmenin bir yapıtıydı. Gerçek anlamda delirmenin.. Hikayenin sonunda kahramanımız deliriyordu. Ben ise farklı bir anlamda delirme boyutuna geçiyordum. Müzikal ve aşka dair dokunuşlar her şeyi dibine kadar hissetmeme neden oluyordu. O yüzden, bu albüm varlığı itibariyle Atrocity’i gözümde kült ve efsane grup statüsüne yerleştirmişti.

Başlangıçta acımasız death metal tarzıyla ürünlerini sunan grup zamanla akustik, gothic, okült birçok işe imza atmıştı. Sadece bu değil, imajda büyük bir değişiklik vardı. Artık görünümler pagan ve gothic bir hal almıştı. Buna neden olan şey, grubun lideri ve temelden kalan tek üyesi Alexander Krull’un seçimleriydi. Acımasız death metal kulvarından ilerleyen grup, Alexander’ın kız kardeşi Yasmin Krull’un soprano sesini tatmin etmek istemiş olmalı ki 1995 yılında akustik ve folk etkili Calling the Rain isimli EP albümü ile ne oluyoruz dedirtmişti. Sonrasında türden türe atlamalar (pop dahil!) ve nihayetinde eski fanların Atrocity ismini unutmaları. Alex Krull’un Liv Kristine ile evlenmesi ile gothic aşkı arşa çıkmış, aynı zamanda Leaves Eyes grubunda arka vokalleri yapmaya başlamıştı. 2013 yılında Okkult serisi albümleriyle tam öze olmasa bile bambaşka bir lezzete dönüşmüşlerdi. Grubu tek bir türe dahil edemiyorsunuz. O yüzden metal ansiklopedileri grubun tarzını “various” olarak tanımlamak zorunda kaldı. Geçtiğimiz günlerde çıkan Okkult III ile Atrocity ne denli yetenekli bir grup olduğunu tekrar gözler önüne serdi.

Faces from Beyond


Bu albümde söz konusu olan şey nedir?
Her dönem farklı türlere ve işlere el attıktan sonra death metalin eski ve modern yapısını köprü vazifesi görerek daha akışkan bir türe dönüştürmek, bunu thrash riffleri ve dinamizm ile beslemek. Garip olan, modern ve enerjik rifflerle eski usul rifflerin ve geçişlerin sıklıkla boca edilmesi. Albümde yoğun enerji hakim ve enstrüman hakimiyeti üst düzey. 2019 yılında gruba katılan Micki Richter sounda ve rifflere yenilik getirmiş. Bu albümde de gruba türsüz etiketini yapıştırabiliriz. Envai çeşit tarzın kesiştiği bir işçilik söz konusu. Değişmez ve brutal death metal vokali, enerjik death metal motifleri ve Thrash hakim riffler, su gibi akan davul vuruşları ve blast beat anlarında hazzı yükselten geçişler, pagan-okült imaj görüntüsü, endüstriyel etkiler ve nadiren Black metal dokunuşları. Her parçanın ayrı liriksel ve müzikal hikayesi var. Tek parça ile Okkult III albümünü tanımlayamıyorsunuz. Bazı parçalarda Morbid Angel’ın thrashvari versiyonunu dinliyor gibiydim.

Albüm, senfonik tınılarla introsunu yediren ama sonrasında enerjik ve hastalıklı rifflere sahip Desecration of God ile başlıyor. Fire Ignites ile enerjiyi arşa yükseltip Birinci Dünya Savaşı sonrası Schwarz Reichswehr Alman komploları üzerinden demlenen Born to Kill ile enerjiyi düşürmüyor. Okült bir hikayenin yedirildiği Bleeding for Blasphemy de nadir de olsa black metal dokunuşunu hissetmiyor değiliz. Priest of Plague ise vahşi riffleri arşa çıkarıyor. Leaves Eyes’dan Elina Siirala ve Cradle of Filth’den Zoe Marie Federoff’un şeytani ve senfonik sesleriyle başlayan “Malicious Succubus” ise akılda kalıcı rifflerle son gaz devam ediyor. Lycanthropia‘de likantropi hastalığından temel alan atmosfer, Faces from Beyond ile paranormal korku hikayesine dönüşüyor. Ama Faces from Beyond parçasının ilk dakikasına selam durmak istiyorum. Çünkü o esnada triggerların coştuğu davul ve gitarların uyumu, old-school death metal ruhunu diriltiyor. Bu aynı zamanda en sevdiğim death metal melodilerine karşılık geliyor. Atmosferik dokunuşla başlayan, tamamen thrash rifflerin cirit attığı, 1950’li yıllarda 1:58’lik boyuyla Niebuszewo Kasabı olarak ünlenen, zihninin karanlık tarafının deliliğiyle türlü manyaklıklara girişen Polonyalı seri katil Josef Cyppek’in üzerinden hikayesini anlatan Cypka parçası favorilerimden. Equilibrium’dan Robse Dahn ve Avustralyalı klavyeci Misstiq’in eşlik ettiği kapanış parçası Teufelsmarsch ise marş gibi başlangıcıyla direkt selam durmanıza neden oluyor.

Fire Ignites

Albüm iki CD’den oluşuyor. İkinci CD’de bahsi geçen parçaların enstrümantal versiyonları yer alıyor. Bu bile albümdeki müzikalitenin ne kadar ustalıklı işlendiğinin kanıtı.. Eğer albümü tek bir cümle ile betimlemek istersem, enerjik thrash riffleriyle bezeli klas bir death metal albümü yaftasını yapıştırırım.

İnsanlığın en değişmez kurallarından birinin önyargı olduğunu söyleyebiliriz. Bu durum özelikle müzik arenasında daha müziğe kulak kabartmadan, salt imaja ya da albüm kapağına bakarak yanından geçmemek gibi bir duruma sebep oluyor. Atrocity’i az çok bilen bir death metal dinleyicisi, sertliğine ve coolluğuna halel gelir maçoluğuyla önyargı ile hareket edebilir. Ne de olsa bin bir türlü mecraya girmiş ve imajını tamamen değiştirmiş, hatta bir ara pop bile yapmış eskilerin keskin bir death metal grubu söz konusu. Bazen imaj hiçbir şeydir. Çünkü ortaya çıkan şey bambaşka bir ruhtur. Bir süredir death metal’in üretkenlik sıkıntısını hissettiğim bu dönemlerde 2023 yılı ile birlikte bu durumun terse dönebileceğine dair doneler almıyor değilim. Atrocity ise Okkult III ile bu konudaki açlığımı bastırmakla kalmadı, eski ve yeni arasında bir köprü kurarak ustalıkla dokundu. Death ve thrash Metal dinleyenlerin bu albüme şans verirlerse en tepelere koyacaklarından hiç şüphem yok.

Ve ben…
26 yıl önce üniversite kampüsünde zifiri karanlık bir ormanı kara kış gecesi adımlarken, Okkult III ile o anıları açığa çıkarmaya başladım. Soğuğu hissettim. O zamanki hislerimi ve aşık olduğum kişiyi. O zamanlar ayaklarımı hissetmiyordum ama şimdi ayaklarım alev gibi. Çünkü Atrocity’nin albümde dediği gibi:
“Ateş tutuşur!”

Yazar

Overview

Albüm Notu
90 / 100
90/100
90
2

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir