Arılar ve balon balıkları arasındaki denklemin beynimde nasıl bir araya geldiğini anlamaya çalışıyorum. Arılar yine kabul edilebilirler, mevsimin sıcak son çırpınışları içerisinde son bir umudu temsil ediyorlar. Korkutucu iğneleri bir yana onlar için çıkarılamayacak kış kapıda. Peki ya balon balıkları? Sanırım bu kısımda müziğin gücüne adıyorum onları. İkisinin de temasta acı bırakan uzuvları var ve şimdi burada durmam gerekiyor. Acının değişkenliği üzerine konuşmak değil isteğim, Hollandalı black metal grubu Fluisteraars’ın geçen ay çıkan Gegrepen door de geest der zielsontluiking albümü hakkında neler hissettiğimi yazmak. Hep böyle yaparım. Çünkü müzik temelde belli bir sisteme dayansa da çözülme işlemini günlük yaşamın döngüsünde sağlıyormuş gibi gelir. Bir meşe ağacının altında, bulutların arasında, arının giderek yaklaşmasında ve belki de balon balıklarının zehirinde..
Geçtiğimiz yıl Bloem albümü ile epey ses getiren Fluisteraars, aradan geçen bir buçuk yıllık bir süre sonrasında karşımıza üç şarkılık Gegrepen door de geest der zielsontluiking albümü ile çıkıyor. Açıkçası iki kişiden oluşan bu gruptan yeni bir albümün gelmesini bu süreçte beklemiyordum. Bloem yoğun tatlar içeren, dişe dokunur, dinleyicisine bir anda “böyle de bir şey varmış” dedirten bir albüm. İnsan ister istemez yoğunluğun arkasından gelen bir nekahet dönemini beyninde hazır ediyor. Fluisteraars ise bu dinlenme sürecini en verimli hale getirmeye çalışıyor olacak ki ortaya üç şarkı şeklinde bahsedeceğimiz ama beş, altı şarkıya karşılık gelecek yeni albümüyle yapıyor. İyi de yapıyor.
Gegrepen… albümünü ilk dinlediğimde hissettiğim şey bu albümün planlanmış ve üzerine düşünülmüş bir albüm olmasından daha çok tamamen deneysellik üzerine ilerlemiş olmasıydı. Atmosfer yakalanmış ve sonrasında akışa bırakılmış gibi ilerleyen şarkılardan ilki Het overvleugelen der meute grubun bir önceki albümüne yönelik daha agresif bir girişe ve devama sahip. Bu da aslında bize albümün devamı konusunda fikir edinmemiz için yeterli sebep oluşturmakta. Atmosferik, güçlü davullara sahip olmakla birlikte psychedelic öğeler de göze çarpmakta. Çokluğun evreninde her şey giderek birbirine benzerken tek seferde çalınmış şarkılara ihtiyacımız olabiliyor.
Fluisteraars’ı başka bir gruba benzetmeye gerek yok. Eğer benzetecek olsam tek bir farkla o da yine kendilerine benzetmek olurdu. Brand woedt in mijn graf şarkısının girişindeki apansız çığlıklar ile savunmada kalan değil de saldırıya geçen grup eski albümlerine göz kırpar şekilde davranıyor. Balon balıklarının tehlike hissettiğinde şişmesine benzer hissiyatı bu şarkıda yaşıyorum. Grup burada ne gibi bir tehlike sezmiş olabilir bilmemekle birlikte sanki biz buradayız der gibi önce vokal Bob Mollema ile teyakkuza geçiyor (black metal albüm incelemesinde bu kelimeyi kullandığım için kendimi Osmanlı gibi hissediyorum). Şarkının sonundaki zillerin devamına eklenen ve albümün son şarkısı olarak karşımıza çıkan Verscheuring in de schemering neden albümü planlanmış bir çalışma değil de deneysel sınıfa dahil ettiğimin kanıtı niteliğinde her tattan bir şeyler sunuyor.
Beş şarkıdan oluşan Bloem sonrasında üç şarkı ile köklere dönüşü sağlayan Gegrepen…, Verscheuring in de schemering şarkısındaki geçişleri ile başımızı döndürüyor ve aslında albümün içinde gizli bir üç parçalık yönü açığa çıkarıyor. Grubun enstrüman kısmında sorumlu Mink Koops’un ikinci bölümde devreye girdiği kısım bir anlamda başıboşluğu simgelemekte. İnsan yalnızken özgürdür ve yine insan yalnızken daha fazla üretkendir. Onu sınırlandıracak herhangi bir faktör yoktur. Korkuları ve heyecanlarıyla bir bütün olmayı öğrenmelidir. Geriye tek bir soru kalır o durumda: Ne ile? İkinci kısım tamamlandığında ise albümün başlangıç noktasına geri döndüğümüzü hissediyoruz. Atmosferik hava tekrardan bütünlük kazanıyor ve bateriler hırsından bir şey kaybetmiyor.
Giderek ritmi hız kazanan ve en sonunda öfkesini zehri ile açık eden Gegrepen… bu senenin gizli albümlerinden biri olmayı sürdürüyor. Aklın sınırlarını zorlayacak çığlıkları ve enstrüman bütünlüğü ile karanlığa ışık tutan ve grubun bandcamp sayfalarında üzerine basa basa ifade ettiği klavye kullanımının olmadığı, hayatın Bloem albümünün kapağındaki gibi gelincikler gibi sevimli görünmediğini hissettiren bir albüm. Yine de müzik bu, bir arı ile karşılaşmamıza bakar ya da balon balığını düşünmemize. Meşe ağacı altındaki bahar serinliğinden bahsetmiyorum bile.
İyi dinlemeler.