Neye tutunmak istersek oradayız ve neyi düşlersek orada kayboluruz.
Karanlığa sapanların yolu görüntüye çıkar; içine gizlenmiş tüm karakterler, yazılar, müzikler ve siluetler saklandıkları yerden kendilerini göstermeye başlarlar. Tek bir mesele vardır: Orada kalmak ve keşfetmek. Bu esnada kendisini sorduran karanlığın ne olduğuna dair cevabını aramak içinse yürümeye başlarız ve bir döngü başlar. Soruların yöneltildiği Imperium Dekadenz bu yıl çıkan Into Sorrow Evermore albümüyle yürüyüşün rotasını belirler.
Son albümleri When We Are Forgotten‘dan dört yıl sonra gelen Napalm Records etiketli Into Sorrow Evermore, grubun soundunun aynı kalıp daha da derinleşmesinin örneğini sunmakta. Daha öfkeli mi? Daha melankolik mi? Daha ağırkanlı mı? Bütün bu sorular ve fazlasının cevaplarını bilemeyebilirim ama daha derin ve kapsayıcı olduğunu söyleyebilirim. Bir yoldaysak eğer orada hepsini sırasıyla görürüz. İlk başta da bütünlüğün nasıl böylesine sağlam kaldığını. Imperium Dekadenz’e aşina olanlar için Into Sorrow Evermore henüz ilk dinleyişten hangi gruba ait olduğunu bilecek kadar kalıplaşmış müziğe sahip. Doygun müzikal zemini onları artık her yeni gün mantar gibi biten metal grupları içerisinden itinayla ayırıyor.
Atmosfere bakmıyorum çünkü, atmosferi bana bırakıyor Imperium Dekadenz. Doğa temasını güzellikleriyle ele almadan onun nelerle, hangi yollarla saklı olduğunu sunuyor. Bir ağaç ağaç olduğu haliyle zihinde belirmiyor burada ve farklı durumlar içerisinde, içinden dışını görmek için türlü oyunlar oynuyor, en sonunda da albüme adını veren ilk şarkı Into Sorrow Evermore ve keder ile karşılaşıyoruz. Son iki albümdür albüme ismini veren şarkının ilk sırada olduğunu görünce grubun temasının keder ve onun da bir ağaç metaforu gibi içinde, dışında nerede olacağımıza yönelik cevaplar üzerinde durduğunu fikrine kavuşuyorum.
Bu yıl çıkmasını merakla beklediğim Into Sorrow Evermore, birçok yerde bana eşlik etse de kuşkusuz en özel anın, orman içerisindeki bir yürüyüşte saklı olduğunu söylerdim. Henüz karanlık çökmemesine rağmen biraz daha az sık adımlarla hemen arkamda belireceğini bildiğimde Elysian Fields fondaydı. Şimdilerde girişindeki müthiş rifleriyle, güçlü ritmiyle ve progresif işlemeleriyle ansam da öncesinde birkaç defadan fazla döndürdüğüm albümde dikkatimi çeken şarkıların arka planında kalmıştı ve kendisini göstermesi için Elysion’a inmeden önce topraklandırında dolaştırmayı görev bilmişti. Belki de sorunun cevabı hep içindeydi ve hiçbir şey tam olamazdı. Çayırlarından inip, Yunan mitolojisinde yeraltı cenneti olarak geçen Elysion’a varmak, varana kadar görmek ama tam düşecekken bunun bir gerçek olmadığına inandırmak. Belki de yapmak istediği buydu.
Imperium Dekadenz belki insanın kendisine sorular sordurmasını bırakmıyor ama uzun akustik pasajlarını son iki albümdür giderek azaltıyor. Müziklerin içerisine yedirilmiş şekilde karşımıza çıkan örneklerin başında Aurora gelmekte. Horaz’ın derinden gelen vokalleri ve Vespasian’ın albümün geneline göre yavaş kalan davullarıyla ilkel Imperium Dekadenz’den gelen mirası koruyor ve albümün aurasını Aurora ile yüceltiyor.
Yürüyüşüm esnasında karanlık gibi rüzgar da arkamdaydı. Fakat sağımda, solumda rüzgardan devrilmiş ağaçların ölü bedenleri vardı. Kulaklarıma ormanın ürpertici sesiyle albüm çıkmadan önce yayınlanan son tekli Forest in Gale doluyordu. Girişinden sonuna kadar devam eden ritim ağaçların neden devrildiğini açıklar nitelikteydi. Başta sıradan Imperium Dekadenz şarkısı dinlediğimi düşünürken albümle birlikte daha da zenginleştiğini fark ettim. Bu, diğer şarkıların daha altta kaldıklarından değil, Forest in Gale‘in dinamizmini ve öfkesini koruduğundan geliyordu. Hem zaten albümdeki son iki şarkı gerçeği varken altta kalmaktan bahsetmek doğru gelmiyor.
Normalde grupların ilk teklileri albümdeki en başarılı çalışmalarıymış izlenimi uyandırır -ki çoğunda da öyledir.- Gel gelelim bir müzik bize kimin olduğunu söyleyecek kadar tok ve oturmuşsa orada sabırsızlık baş gösterir. Albümün yayınlanan ilk teklisi Memories… a Raging River tam da bu heyecanın atası sayılabilecek türden. Zamanın akışına bir nehir metaforuyla kol açan ve kapağı akla getirerek tekrardan nehrin başına geri bırakan klibiyle kapanışa giden iyi bir rota aynı zamanda. Hoş, November Monument da bunun için yazılmış sanki. İki şarkı bu yönleriyle benim için düşünsel kardeşleri temsil etmekte bu yüzden. November Monument’ın 4. dakikasında kopan öfkenin devamında gelen heyecanlı sakinlik hali, yeniden toparlanma öncesi hezeyanları hatırlatıyor. Kapak demişken Void Revelations tarafından çekilen ve Heresie Studio tarafından düzenlenen görsel, her zamanki Imperium Dekadenz kapakları kadar müthiş bir işe sahip. Bir yönde düşünceli hüznü ve diğer yanda öfkeyi anımsatan yüzlerin terazisinde bırakıyor. Bir karar verilmeli, verilmeli fakat neye? Her şeyin kökeni karanlık.
Kasım ayı karanlığın, ölümün, yeniden doğmanın ayıdır. Into Sorrow Evermore karanlığın ilk tohumlarını geçtiğimiz yıl bıraksa da on gün önce meyvelerini toplamaya başladığımız içeriğiyle bu seneyi geçireceğim albümler arasına adını çoktan yazdırdı. Yolu şaşırmanın, yoldan sapmanın bir kabahati olmamalı. Günün sonunda Imperium Dekadenz karanlığı gerçekleri sorgulatıyor.
Şarkı sözlerinin internete düşmesini beklerken Alman bir sayfada denk geldiğim Imperium Dekadenz röportajında Horaz’ın albüm için 20 şarkılık kaynaklarının olduğunu ve fakat tercihlerini bu şarkılardan yaptıklarına dair söylemine dikkat kesilince hem nelerin kaçırabileceğine hem de nelerin kazanılabileceğini gördüm. Kaçırılılanlar elbette bilinmeyenler olduğu için her daim kazanımdan bahsedilebilir. Baştaki karanlığa geri döndüğümüzde ise yürümekle sağlanan bir kazanım. Peki ya hüzün, melankoli? Onun da cevabını Horaz şöyle veriyor ve noktayı koyuyor: “Melankoli bir engel değil, genişletilmiş bir gerçeklik algısıdır.”
“Imperium Dekadenz – Into Sorrow Evermore” üzerine 1 yorum.