Kelimelerle aramızdaki bağ canlı bir form şeklinde varlığını sürdürmeye devam ediyor. Yeri geliyor bağlar tamamlanmamış bir yol gibi anında kesiliyor. Bazen de sinir hücreleri gibi birbirine iletimi sağlayamayarak diğerini etkisiz kılıyor. Neden böyle söylüyorum? Çünkü her dinlediğim içerisinde zihnimde beliren titreşimler üzerine parmaklarımı harekete geçiriyor ve yazmaya başlıyorum. Nefes almadan birinci satır bitiyor, nefes alarak üçüncü satırın sonunda duruyorum. Tamanlanmıyor. “İnsan cinnet tarafından korundukça etken olur ve ilerler” der Cioran. Bunu biraz değiştirirsek, insan, onu ele geçirecek cinnetin ne zaman aktif olacağını bilmeden de etkinleşebilir diyebiliriz. Rüyalar ve kabuslar da bir tür cinnet anına denk düşer ve kişiyi harekete geçirir.
Geçen gün donuk zihnime biraz rüya çalındığında ne yazmam gerektiğinin de farkına varmıştım. Bu isim henüz ilk stüdyo albümlerini yayınlamış Danimarkalı Progressive/Death Metal grubu olan Iotunn’du. Rüyamı tam olarak hatırlayamamak ile birlikte girişi şu şekilde yaptığımı yarım yamalak anımsıyorum: Iotunn aslında bir felsefi öğretiye dayanıyormuş ve yedi maddeden oluşan bir de açıklaması varmış.
İlk dört maddede noktalar yer alırken 5. maddeye geldiğimizde karşımıza “kendin olmak” çıkıyor ve aynı maddeyi 7. sırada da görüyoruz. Bir sonraki satırda ise 5. ve 7. maddelerin aynı oluşunu, insanın dönüp dolaşıp kendisini bulması ile açıklıyoruz. İşte bu nokta, uyandığımda Access All Worlds albümünü yazmam için gerekli yolu göstermişti. Bir cinnet anından istenç çıkmıştı ve ne eksiği ne de fazlası vardı. Abartısı ise düşünülen kadardı.
Senenin beklenmedik sürprizini yapan Iotunn, Access All Worlds albümünde ne rüyalardan bahsediyor ne de o rüyalardan günümüze uzanan dünyaya. Bilakis dünyanın içinde kaybolduğu galaksiyi ele alıyor ve uzayın derinliklerinde güçlü müziği ile kayboluyor. Kayboluyor diyorum ama bu silinip gittiği anlamından daha çok yeni bir patlama yaratacak güçlü ışıktan kaynaklanıyor.
Hamferð ve Barren Earth gruplarından tanıdığım ve bana göre 21. yüzyılın en başarılı vokallerinden biri olan efendi metalci Jón Aldará’yı bu albümde ana enstrüman olarak sayabiliriz. Brutal vokalden clean vokale, oradan da tenor tona geçişleriyle Hamferð grubundaki performansını aratmıyor Aldará. Kendisinin vokal geçişleri konusunda bilgi edinmek isteyen bünyeleri geçen yıl Durere albümüyle 2020 listesine girmeyi başarmış Clouds’un If These Walls Could Speak şarkısındaki canlı performansına alabilirim. Ne demek istediğim böylelikle daha iyi anlaşılmış olur.
Peki ana enstrüman olarak saydığım vokal Jón Aldará’dan mı ibaret grup? Elbette hayır. Ritim gitarlara eşlik eden baterilerin kalitesini unutursak olmaz. Her şarkı öyle dinamik ve güzel bir kompozisyon içerisinde gelişiyor ki tam ipler kopacak dediğimiz noktada başka bir yerden yakalıyor dinleyicisini. Konsantre bir ürünü seyreltmek isterken eklenen homojen maddenin kendi saflığını kaybetmesine ve karıştığı maddenin formunu almasına benziyor. Bu anlamda Iotunn’u çözdürmek yerine bir noktadan sonra kendisine ayak uydurmaya başlıyoruz. Vokali devre dışı bıraktığımız zaman da ortada kalitesini koruyan müzik ile karşılaşıyor, vokali dahil ettiğimizde senenin albümlerinden birini yakalıyoruz.
Albümde vokal Aldará ne kadar duygulu ve müziği melankolik kılan bir yöne sahipse neredeyse her şarkıda karşımıza çıkan sololar, enstrümanlar arası geçişler de bir o kadar acımasız. Bu da bir anda tüm duyguları yükleyen hatta birbirine dönüştüren bir yolun yolcusuymuş gibi hissettiriyor. Yolun izleri kaybolmadan biri diğerinin uzattığı ipin ucunu yakalıyor ve ortaya böylesine kusursuz bir iş çıkıyor. Albümdeki şarkılara özellikle tek tek değinmiyorum çünkü hepsi birbirinden ayrı zamanlarda zihni harekete geçirecek kadar yoğun tatlar içeriyor. Fakat bu noktada bir istisnayı ayrı tutmak istiyorum. O da bana göre başta kapanış şarkısı olarak belirlenmiş, sonrasında peşine eklenen Safe Across the Endless Night ile bir üst sıraya geçmiş The Weaver System. Albümü ilk dinlediğimde bu şarkıda yerimde saymıştım. Şarkının hızlıdan yavaşa ve sonradan tekrar hızlıya geçişleri, şarkı sözlerinin düşündürücülüğü içerisinde anlam kazanıyordu sanki. Şarkı sözlerindeki gibi kaybedilen her şey, geri kazanılıyordu ve üstü açıldığında her şey kaybediliyordu. Bize yansıyan ise hep bir araydı. Olay da o arada kopuyordu.
Bir saatlik süreye sahip olsa da baştan sona kendisini dinleten Access All Worlds, Opeth, In Flames, Evergrey gruplarının da prodüksiyonunu üstlenen Fredrik Nordström’ün elinde kıymetli, lezzetli bir meyveye dönüşmüş. Albümün geneline hakim, bağlamdan kopmayan kapağın mucidi Eliran Kantor’un ise oldukça başarılı bir iş ortaya koyduğunu söylemezsem rahat uyuyamam. Her yönüyle harika bir yapıt olan bu albüm dinleyenine kozmik dünyanın kapılarını açan, dinlemeyenin ise merakını saklı tutan, vokal, enstrüman ve prodüksiyon yönünden oldukça kaliteli bir albüm.
Henüz ilk stüdyo albümünü çıkaran bir grup için bu cümleler fazla iddialı kaçabilir ama ortada konsantre bir profesyonellik yer almakta. Olur da Iotunn sonraki albümlerde fikrini değiştirip Black Metal yapmaya başlasa da şaşırmam. Çünkü bu öyle bir müzik ki potansiyelini kendi içerisinde taşıyor ve kendinden besleniyor; Jón Aldará ise öyle bir ses aralığına ve yorum yeteneğine sahip ki içine girdiği her işi kaliteye çevirebiliyor. Albüm bütün bu özellikleri ile bu seneki listemin üst sıralarını zorluyor. Rüya bittiğinde somut gerçekliğimize nasıl dönüyorsak, bir rüya ile başlayan Iotunn ile de nereden geldiğimizi daha net anlayabiliriz. İyi dinlemeler.
Albümü ilk dinlediğimde neye uğradığımı şaşırmıştım. O esnalarda havalar daha ısınmamış, soğuk hava insanı titretecek kadar üzerimize çöreklenirken Iotunn’un bu işiyle galaksiler arası yolculuğa çıkarak soğuğa bağışıklık kazanmakla kalmıyor, verdiği enerjiyle adeta ısınıyorduk.
Albümdeki favori parçam ise The Tower of Cosmic Nihility.. Peş peşe 4-5 kere dinlediğim anları, sıyırdığımı ve büyük bir enerjiyle kaplandığımı hatırlıyorum. İlk çıktığı esnalarda öyle çok tüketmişim ki bir süredir nadasa aldım ve tekrar kulak kabartmakta fayda var.
Aldara’nın vokallerine bayılan biri olarak albümü sürüklediğini söyleyebilirim. Ek bir not eklemem gerekirse, Aldara’nın brutal vokaline alışık olanlar albümdeki clean vokal geçişlerinde biraz yabancılık çekiyorlar. Hamferð grubunda daha güçlü brutal vokal ve daha yumuşak clean vokal yapısından demetler sunan Aldara, burada brutal vokalini dengeleyip clean vokalleri farklı bir perdeden sunuyor. Bu durum ise Aldara’nın ortaya konulan müzik ile ses yapısını bambaşka noktalara götürebileceğinin kanıtını sunuyor.
Acımasız olmak istemem ama eğer albüm aynı tonda fakat farklı bir vokalle kaydedilmiş olsaydı bu kadar etkilenir miydim emin değilim. Buradan müzik kalitesine asla dil uzatmıyorum. Her biri ayrı ayrı o kadar güzel iç içe geçmişler ki Jón Aldará’nın sessizleştiği yerlerde aynı havayı devam ettiriyorlar. Birleşince de ortaya böyle bir şaheser çıkıyor. Ben Aldará’nın bu albümdeki yorumunu Hamferð ve Barren Earth arasında bir yere koyuyorum. Ne uçlarda brutaller ne de salt clean vokaller. Kısacası dengeli, farklı, gelecek vadeden, homojen bir iş olmuş. Bu sayede de sene sonu listeme dahil etti kendisini (sürprizi bozdum :p)