Bugün kapımızı son albümleri Hvísl Stjarnanna‘yı 8 Mart’ta yayınlayan İzlanda’nın soğuk yüzü Sinmara aralıyor. Öncelikli olarak grupla ilgili biraz geçmişe gidersek karşımıza ilerisi için hoş detaylar verdiğini görüyoruz. Her ne kadar Sinmara adıyla İzlanda Black Metal sayfasına 2013 yılında girmiş gibi görünseler de başlangıçları, ilk isimleri olan “Chao” ile 2008 yılına dayanıyor. Bu isimle bir EP çıkardıktan sonra isim değişikliğine gidip, belki de kaostan kaçıp İskandinav mitolojisinde bir karakter olan Sinmara’yı sahipleniyorlar.
İzlandacamın olduğu yerde saydığı şu günlerde grubun son albümleri Hvísl Stjarnanna için translate yardımı aldım. Eğer bir hata yoksa bu arkadaşlar albümlerine “fısıldayan yıldızlar” demeyi uygun bulmuşlar. Fakat bu işte bir tür çıkmaz mevcut. O da albümün hissi ile birlikte ortaya konulan arasında bir tezatlığın yer buluşu. Görüyorum ki bizleri gürültülü bir fısıltı ile çevrelemeyi hedefliyor Sinmara.
Grubun bu yoldaki öncüsü Aphotic Womb, ilk dinleyişte dinleyicisini epey mutlu edecek tonda bir albümdü. Deathspell Omega bazında gitar geçişleri grubun özgünlüğü konusunda tereddüte düşürse de bunu yine İzlanda Black Metal sahnesinde ismini çok da duyuramamış Svartidauði’nin genç gitaristi Þórir Garðarsson’un acımasızca yıkıp geçmekte gecikmediğini görüyoruz. Belki de bunun ikinci albüm Hvísl Stjarnanna içinde mükemmel bir zemin hazırladığı da eklenebilir. Sonrasında da işler karışıyor zaten. Düz zemin üzerine kargaşa binaları son hız dikilmeye devam ediyor.
Hvísl Stjarnanna‘ya baktığımızda grubun yavaş yavaş karakterinin şekillendiğini görüyoruz aslında. Bundan sonrası için şaşırtma seviyesi bana düşük gelse de her şey olabilir. Bu tür gruplarda karşımıza sıklıkla çıkan ama başarılı örneklerini nadir yakaladığımız, yine arkadan dingin şekilde akan bir su fakat önünde çağlayan gürültü betimlemesi Sinmara’da karşımıza canımızı acıtmayan şekilde çıkmakta. Sözler bir kere daha karanlık, umutsuz. Sanki savaş sonrası travması yaşıyor gibiler. Hal böyle olunca bize netlik değil de daha çok sis sunuyorlar. Önünü görmek istemeyen varsa, buyurunuz.
Mephitic Haze girişi ile albümde kalbimde delik açmış şarkılardan. Her ne kadar bu şarkının 5. dakikasından sonra acımasız bir döngüye girsem de albümün geri kalanına devam edebilecek gücü buldum. Albümde şarkı uzunlukları gayet yerinde. Ne tadımlık kalıyor ne de bıktırıyor. Atlamadan kendini büyük bir kesime dinlettirecek bir albüm olduğunu söylemek haksızlık sayılmaz. Bunun bir diğer örneğini ise havanın yoğunlaşarak agresyon halini aldığı Crimson Stars‘da görüyoruz. Sahnede izlemek/dinlemek isterdim doğrusu!
Bu İzlandiklerin sempatik dillerini Black Metal içerisinde kullanmalarını oldukça seviyorum. Nitekim albümdeki son iki parçaya baktığımızda yine grubun melodisi ile kendisine bağlayan Úr kaleik martraða ile albüme adını veren mükemmel şarkıları Hvísl Stjarnanna bizi bu kısımda karşılayıp, sonrasında da uğurluyor.
İp üzerinde cambazlık eseri gibi gördüğüm bu albüm ile ilgili eklenebilecek çok fazla detay yok açıkçası. İlk dinleyişte belki sizi içine çekmeyebilir. Eğer bu türe yakınsanız iki, üç defa dinlemenizi öneririm. Ama zaten iki albümleri var deyip, ilk olarak Aphotic Womb’u misafir ederseniz bu albüm hakkında ne demek istediğimi de anlayacağınızı umuyorum. Genel hatlarıyla kusursuz değil ama basit de değil. Sadece İzlanda gibi biraz soğuk ve yalnız.