Tir - Awaiting the Dawn
Tir – Awaiting the Dawn

Güneş var ve yok. Bu oyunu biliyoruz; korunaklı kırılganlarımızdan, pencerelerimizden içeriye girerler ve günün belirsiz saatlerinde dans etmeye başlarlar. Varlığında parlar dünya ve yokluğunda yaşam nefesinin kesikliğini hissederiz. Güneş değildir o, güneşin dansının iç dünyamızdaki yansımasıdır; bazen de günün ilk saatleridir. Bunca yıldan sonra, henüz yaşanmamış yılların yarısında sayıkladığımda öğrendiğim şeylerden biridir gündüzün saltlığı. Tir projesinin son albümü Awaiting the Dawn da böyle bir saltlığı bekler gibi konuşlanıyor günün ilk saatlerine ve “burası benim için” derken aslında sadece kendine hapsolmadığını kanıtlıyor.

Her şeyden önceye dönecek olursak dungeon synth/dark-neofolk sentezinde içerik üreten Tir grubunun Türk Oytun Bektaş’ın tek kişilik projesi olduğundan bahsetmek gerekir. Şimdilerde kendisine uzak menzilleri yaşama alanı görerek, Avustralya’dan sesini duyuran Tir, mevsimlerin zıtlığını yadsımadan, araya medieval öğeleri de dahil ederek ortaya koyduğu yeni albümü Awaiting the Dawn ile aradaki köprünün direklerini sağlamlaştırmaya devam ediyor.

Doğanın sesleri, doğanın ve müziğin içinde kaldığında güzeldir; doğadayken başımızı döndürür ve müziğin içindeyken yakınlık kurarız. Ait olduğumuz ama aidiyetimizi yitirdiğimiz noktada devreye giren taraftır müzik ve Tir bunu bizlere müziğiyle koşulsuz bir şekilde sunmayı vadediyor. Doğanın sesleri desem de bunun illa rüzgar uğultusu ya da kuşların cıvıltısı olmasına gerek yok. Notaların akıbeti bile tavandaki gün hareketlerine ve hatta doğanın ev içindeki yankısına, yansımasına işaret etmekte. Albümün ilk yayınlanan şarkısı C’est La Fin, sanki sonu başa döndürmeyi amaçlarcasına gitar ve yaylı birlikteliğiyle açılışı yapıyor. Yeni tomurcukların üzerine yağan dolular kadar sert tonlamalar içermese de, hissiyatıyla bunu sağlamakta gecikmiyor. Empyrium’dan bildiğimiz Thomas Helm’in kasvetli vokalleriyle başka bir noktaya taşıdığı C’est La Fin için bittiğinde tekrar başa sarma isteğinin tetiklemesiyle birlikte bir yandan da Empyrium‘un Where at Night the Wood Grouse Plays şarkısına devam etmemizi öğütlüyor. Birinin bitişi sanki diğerinin başlangıcını meydana getiriyor. Elbette bu sadece benim zihnimdeki bir bağdaşım. Yine de bu düşünceden eşdeğer bir huzur duyumsadığımı söylemem gerek.

Zihinde karmaşaya ve cümlelerde sadeliğe ihtiyaç duyduğum anlarda müziğin hükmü ağır basarken, artık bunun yalnızca müzik değil de yaşamın içinden bir kesit olduğunu hatırlatıyor Tir. Önceki albümlerinde baskın synth tonlarına karşılık bulurken Awaiting the Dawn albümünde, çeşitli enstrümanların varlığıyla bizleri ikili, üçlü ve zaman zaman beşli dönem noktasına ışınlıyor. Artık kilitler yok, yalnızca anahtarlar ceplerde derken bir yönüyle de bütün bu mücadelenin meşalesini ateşliyor. Nedir bu mücadele? Elbette tarihsel bir çıkarımla cevap verilebilir ama ben daha çok burada müziğin doğa ile uyumundan yararlanarak, bitmeyen günlerin erkenden beliren gününe sığınacağım. Bunu yaparken de arka fona In the Essence of Dying şarkısını alacağım. Tir, her şarkıda benliğinden uzak düşmeyen adımları atsa da gün ışığının keskinliğini hesaba katamamış olsa gerek. Yeni biçilmiş çimlerin kokusu hoş gelir insana ve biraz fazla koklarsa başı döner. Kendini bulmanın da en az kaybetmek kadar kolay olduğu noktadır bu.

Markus Stock’un prodüksiyonunu üstlendiği Awaiting the Dawn albümü aslında Tir için dark folk kapısının aralandığı bir noktaya işaret ediyor. Gitar ve yaylıların daha baskın kullanımını, benim de albümdeki favori parçalarımdan biri olan Threads of Time şarkısında görmekle kalmıyor, tekrar tekrar başa alarak Alman dark folkunun tadına varıyorum. Genelde bu tat, uykunun en tatlı ve keskin olduğu gecenin sabahında belirir. Düşünce, çokça düşünce derken zaman, müziğin akışına bırakılır. Ve zaman öyle bir dehliz halini alır ki, perdenin arasından yansıyan ışınları sonsuzluğa buz kestirir.

Threads of Time

Awaiting the Dawn albümünün genel hatlarıyla önceki Tir albümlerinden ayrıldığını söylemek yanlış olmaz. Burada bütünüyle bir farklılıktan söz etmesem ve hala daha dungeon synth ana temasına sadakati merkez alsam da giderek dark folk kısmına yoğunlaşılmasını kendi zevkim doğrultusunda olumlu bir tarafa çekiyorum. Ne yalan söyleyeyim, dungeon synth kesinlikle duygusal ama dark folk duygunun her tonundan yoğun bir kesitmiş gibi gelmekte. Bandcamp profilinde karşımıza çıkan Cioran’ın “The fact that life has no meaning is a reason to live – moreover, the only one” (Hayatın bir anlamı olmaması, yaşamak için bir sebeptir – üstelik tek sebeptir) cümlesini biraz değiştirirsek anlamı Tir’e açılan kapı olarak varsayabiliriz. Böyle düşünerek Awaiting the Dawn albümüne varmak da kaçınılmaz olur.

Tir projesini desteklemek isterseniz buradan ilgili linke ulaşabilirsiniz.

Yazar

Overview

Söz
80 / 100
80/100
Müzik
85 / 100
85/100
Prodüksiyon
85 / 100
85/100
Kapak Tasarımı
75 / 100
75/100
81
5

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir