Bugün söylemek istediklerim var. Pusulası şaşmış dünya içerisinde var olma mücadelesi verenleri anarak, onların seslerini duyarak ve sonrasında bağırarak dile getirmek istediklerim.
Korkunç bir düzende yaşıyoruz. Yüzyıllardan beridir süregelen aynı günahların ortağı olunan düzende bir şeylerin değişeceğini umuyoruz. Olması gereken şeyleri karşı tarafa sunduğumuz bir ayrıcalıkmışçasına oldurmaya çalışıyoruz. Sevgiyi, saygıyı minnete çeviriyor; tercihleri, yaşam şekillerini zihnimize işlenmiş dogmatik kodların ışığında değerlendiriyor, onları eleştirme hakkını kendimizde görüyoruz. Kısacası zihnimizin ve bize özel saydığımız düşünme yetisinin hakkını neredeyse veremiyoruz.
Yaşadığımız yeryüzü trajedileriyle meşhur. Düşünelim ki kutsal kitaplar yok. Yolumuzu kendimiz bulamaz mıydık? Yine düşünelim ki ailemiz yok. Durum bundan farksız olur muydu? Ve yine düşünelim ki, bu dünyada yalnızız. Her şey daha kabul edilebilir olmaz mıydı? Bir şeylerin yıkılması için onların olmaması değil de aksine olması gerekliyken, oluşlar içerisinde hep hazıra kaçtık, kaçmaya da devam ediyoruz. Çünkü diğer türlüsüne tahammülümüz yok.
Uzun yıllardır acı üzerine düşünüp duruyorum. Herkes kendi hayat şekline göre acının dozunu ayarlıyor. Kimisi açlığının peşinde bitap düşen bedeniyle bunu hissediyor, başka biri kayıplarıyla yaşıyor, tamamen içinde hissedenler ise ona uygun kelimeleri bulamıyor. Sonuçta acı, her kimlikte değişim gösterse de ortak bir havuzda toplanıyor. Birbirine karışan acılardan ortaya çıkan saydam birikinti içerisinde kimse kendi acısını bulamıyor. Bedenin içerisinde başka bedenlere göre devleşen kahramanımız, sonrasında aynı noktaya doğru yol buluyor.
Cinsel kimlik acı mıdır? Eğer yaşadığınız toplumun büyük kısmı inançlıysa ve o inanç, belli bir takım şeyleri günah sayıyorsa, dahası aynı toplum bu günahlara sevgiden, saygıdan daha çok değer veriyorsa (!) işte orada acı kaçınılmaz oluyor. Çünkü ne yaparsan yap ifade edemezsin. Çünkü ne yaparsan yap eksiksindir. Oysa kazın ayağı öyle değildir, hem de hiç değildir. Şimdi başa alalım ve acıya geri dönelim. Acı, dönüştürülebilir bir hammaddedir. Şeklinin, yansımasının nasıl olduğu önemsizdir. Dönüştüğü yerde umudu bırakır ve umuttan müzik doğar, resim doğar, sinema doğar, sevgi doğar. Gün gelir Violet Cold albümü Empire of Love doğar.
Bu sefer mevzu yanı başımızda dönüyor. Çığlıklar hemen dibimizden yükseliyor. Azerbaycanlı Emin Guliyev’in Experimental/ Blackgaze, Post Black Metal projesi Violet Cold, 7. stüdyo albümü olan Empire of Love ile senenin en cesur işlerinden birini ortaya koyuyor. Cesur diyorum ama bunu müzikal anlamda düşünmemek gerektiğinin altını çizmeliyim. Burada kelimenin hakkını veren kuşkusuz albümün kapağı. LGBT bayrağı üzerine işlenmiş hilal ve yıldız, bize grubun sektör içerisindeki devriminin sinyalini veriyor.
Dünya üzerindeki birçok toplumda cinsel yönelimin eleştirilmesine ve kabul görmemesine ek olarak, çoğunluğu Müslümanlardan oluşan toplumlarda bu durumun daha da katlanarak arttığını biliyoruz. Genişliği belirsiz evren içerisinde toplu iğne ucu kadar görülen galaksideki bir gezegende yaşayan bireyin gay, lezbiyen, trans olmasını kafaya takmış bir Tanrının buyruğu olarak gösterilen iki satıra kanan topluluklarda ise durum sandığımızdan daha vahim ilerliyor. Empire of Love ise sevginin her şeyi değiştirebileceğine yönelik inancını, içinde, bir Tanrı inancından daha güçlü şekilde barındırıyor.
Empire of Love, tüm bileşenlerin ışığında yoğun synth, hip-hop öğeler ve banjo gibi enstrümanlarla harmanlanmış 8 şarkılık albüm olarak karşımıza çıkıyor. Karanlık metal insanlarının ilk duyduğunda tüylerini havaya dikecek bu karışımlar konusunda önyargılı olunmaması gerektiğini düşünenlerdenim. En azından bu albüm içerisinde insanı neyin karşılayacağı hiç belli olmuyor. Be like Magic şarkısında karşımıza çıkan Hip-hop girişinin ardından kendisini gösteren güçlü brutaller ve gitarlar örneğinin yanı sıra banjonun kullanıldığı Working Class’ın hareketliliğinde abuk sabuk tepkiler verebiliyoruz. Albümün sondan bir önceki şarkısı Togetherness’a baktığımızda ise bir önceki şarkıda yüzümüzü buruşturan biz değilmişiz gibi kendisini en yalın haliyle anlatmayı başarmış Violet Cold’u görüyor, benimsiyoruz.
Violet Cold, müzikal anlamda devrimi her zaman içinde taze biçimde tutuyor. Albümdeki her enstrümanı çalmasının yanında prodüksiyonunu da yapan Emin Guliyev, cesur enstrüman seçimleri ve farklı tarzların harmanını da en başarılı şekilde ortaya koyuyor. Bu kombinasyonlar başta dinleyici rahatsız edecek kadar karmaşık ve alakasız gelse de derinlemesine dinlenildiğinde oldukça güzel pasajların olduğu dikkatli kulaklardan kaçmayacaktır.
Albüm yayınlandıktan sonra sosyal platformlarda sayısız destek kadar tepkiye de maruz kalan Emin Guliyev’in savaşın her türlüsüne karşı olduğunu ifade eden açıklamaları olmuştu. Geçen yıl Azerbaycan ile Ermenistan arasındaki Dağlık Karabağ sorunu yeniden patlak verdiğinde de böyle bir savaşın parçası olmanın hoşnutsuzluğunu dile getirmişti. Bu sefer tepkisini LGBT bireylere karşı yapılan çirkinliklere karşı görüyoruz. Kapağın üzerindeki hilal ve yıldız belli bir kesime yönelik tepki gibi görünse de buradaki aslında genele karşı anti-faşist tutumdan ibaret.
Bu yazıyı incelemeden daha çok deneme tadında yazmamın sebeplerinden biri, kuşkusuz, yaşadığımız dünya ve onun mantıktan uzak düşen bireyleridir. İnsan kendi bedeninin ve tercihlerinin hakimidir. Olur da eğer bir gün zihinsel kuraklık geçiren toplumlardan dişe dokunur bir şey çıkmazsa müziğe bakın, müziğin iyileştirici gücüne inanın. Bunu yaparken de bir kulağınızı Violet Cold’un Empire of Love albümüne verin. Çünkü burada sevgi ile kazanılmış savaşları göreceksiniz.
Yazıyı son olarak Jean Baudrillard’ın Kötülüğün Şeffaflığı kitabında yer alan bir kesitle tamamlamak istiyorum.
Sibernetik devrim, beyinle kompüterin denkliği karşısında, insanı şu temel soruya yöneltir: “Bir insan mıyım ben, bir makine mi?” Gelmekte olan genetik devrim şu soruyla karşı karşıya bırakır: “Bir insan mıyım ben, sanal bir klon mu?” Cinsel devrim, tüm arzu potansiyelini serbest bırakarak bizi şu temel soruya yöneltir: “Erkek miyim ben, kadın mıyım?” Tüm diğer devrimlerin prototipi olan siyasal ve toplumsal devrime gelince, bu devrim, insana kendi özgürlük ve irade kullanımını vererek insanı, acımasız bir mantık uyarınca, kendi iradesinin nerede olduğunu, temelde neyi istediğini ve kendisinden neyi beklemenin hakkı olduğunu kendine sormaya yöneltmiştir. Her devrimin tuhaf sonucudur bu: Belirsizlik, sıkıntı ve bulanıklık devrimle başlar.
Bazen de bütün bunlar başka bir devrimi başlatır.
İyi dinlemeler.
“Violet Cold – Empire of Love” üzerine 1 yorum.