Empyrium – A Wintersunset…

İnsan, doğası itibariyle hislerinden, tabiat ana ise kendi ekosisteminden kaynak bulur ve beslenir. İnsan doğası, bazı hüzünlü düşünceler ve melankolik dokunuşlarla “insan” olmanın ince nüanslarıyla etkileşim içerisine girip kendi cennet ve cehennemini yaratırken, bu durum bir yıkıma karşılık gelmez. Hele bir “kaybeden” vasfına hiç bürünmez. Bu bildiğimiz cennet ve cehennem değildir. Bir metafordan ibarettir. Kaybeden olmak farklı bir hikayenin konusu. Bir ormanın ve onu oluşturan ağaçların doğaya bağlanarak, kökleriyle sarılarak ve iletişim kurarak varlığını devam ettirdiğini biliriz. Dışarıdan bir müdahale olmadığı sürece yaşamını sürdürmekle kalmaz; bulunduğu tüm ortamı işgal eder ve güneş ışıklarının en ücra noktalara kadar ulaşmasını bile engeller.

Hisleriyle beslenen ve insan adı verilen varlık, aydınlık ve karanlığa, pozitif ve negatifliğe karşılık gelecek tezatlıklarla boğuşurken, hüzün, melankoli, acı gibi hislerin daha karanlık bir tarafta yer aldığı ve olumsuzluk etkisi atfettiği düşünülebilir. En azından bazıları böyle düşünür. Bazıları bir kaybeden görür bu duygularda. Ama ruhumuzu asıl güçlendiren ve bilinçlenmenin koşulunu önümüze seren duygular daha karanlık taraflardan beslenir. Zehirli bir taraftır bu. Metaforik bir cehennem.. Bu kadar acıtmasının sebebi ise bilincimize farkına varma öğesini eklemesidir.


Ama bazı hayatlar gece yarısı başlar. Hayatın karanlık tarafından.. Ruhumuzu melankoli sarmaladığı zaman kendimizi güçsüz hissetmeyiz. Mazoşist miyizdir bilmiyorum ama hüzünlü ve melankolik hislerin büyüsüyle garip bir mutluluk cehenneminde buluruz kendimizi. Evet! Bir cehennem gibidir ama gülümseten bir cehennem! Hemen ardından, öz benliğimizin farkına varmamıza sebep olan, diğer taraftan bizi mutsuz kılan bilinçlenme payesi.. İnsan bildikçe, bilinçlendikçe her şeyin farkına varır. Bu ona, pahası ağır olan bir güç verse de öfkeyi, mutsuzluğu beraberinde getirir. Bilinçlendikçe mutsuz olursunuz.

Bu atıfları Emil Cioran’ın söylemlerinde de bulursunuz. Ve gece yarısından sonra başlar tehlikeli hakikatlerin baş döndürücü sarhoşluğu! Bir insanın başına gelebilecek en kötü şey doğmuş olmaktır; gerisiyse boştur. Bir kez doğduktan sonra ölüme doğru yol alıyor olmamızın hiçbir önemi yoktur. İnsan, doğduğu andan itibaren her şeyini yitirmiştir. Yaşamaksa sonucu belli olan bir savaşı sürdürmekten, yenilgiye yazgılı olduğumuz bir karmaşanın içinde bulunmaktan ibarettir. Tüm bu hislerin ışığında fark ederiz ki bildiğimizle hissettiğimiz arasında her zaman derin bir çatışma olacaktır.

Tarihler doksanlı yılların sonunu gösterdiğinde ve elime geçen iki eseri dinlemek üzere ‘oynat’ tuşuna bastığımda, biraz kulak kabartmamla müziği kapatmam bir olmuştu. Bana hiçbir şey hissettirmemişti ve ruhumu bu dünyaya hemen kapatmıştım. Arzuhalim buna müsait değildi. Bu tarz müziğe de. Belki de düşüncelerimin yoğrulup şekil verilerek hazır hale getirilmesi, olgunlaşması gerekiyordu. A Wİntersunset… ve Songs of Moors and Misty Fields‘ti eserlerin adı ve kaçarcasına uzaklaşmıştım. Aradan 6-7 yıl geçtikten sonra tekrar kulak kabarttığımda ise neye uğradığımı şaşırmıştım. İnsan çok garip bir varlık değil mi? Bir kaç yıl önce yanından geçmediğimiz şeyler, şartların oluşmasıyla özünü bize bütünüyle açıyordu. Antenlerimiz bu eserden yayılan frekanslardan oluşan titreşimlere fazlasıyla açıktı ve artık en net haliyle duyumsayabiliyorduk melodileri.

Empyrium


O zamanlar iflah olmaz bir şekilde My Dying Bride dinliyordum ve haliyle Empyrium‘u da sevebilmeliydim?! Ama sevememiştim. Aslında 1996 yılında böyle bir albüm ortaya çıktığında, ilgili eser hiç alışık olmadığımız bir dünyaya karşılık geliyordu. Bir şeyleri etiketlendirme ihtiyacımız garip bir rahatsızlık gibidir. Etiketleriz; Doom Metal, Folk, Senfonik.. Hepsi bir arada.. Ama ortaya çıkan şey etiketlendirmenin çok ötesindeydi. Kısacası Empyrium müziği der ve geçeriz. Çünkü daha önce bu ayarda bir şey önümüze koyulmamıştı ve her melodiden özgünlük akıyordu.

Özgündür. Şaşırtıcıdır. Karanlık tüm duygulara boğmakta ve melankolik tellerimizi titreştirmektedir. Karanlık bir dünyanın içine düşmüşüzdür ve notalardan serili ormanın patikaları arasında yürürken buluruz ruhumuzu. Doğayı hissederiz. Rüzgarları. Berrak havayı. Kristal damlacıkları. Doğa betimlemesiyle iç benliğimize ulaşırız. İçimizde uyuyan tüm karanlık dürtüler uyanır ve hüzün yapraklarının dökülmesiyle manzarayı fark ederiz. Hassastır, karanlıktır ama aynı zamanda içimizi güçlü bir şevkle doldurur. Kaskatı kesiliriz. Albümün nelerden bahsettiği konusuna girme gereği bile duymuyorum. Çünkü hissettirdiklerini yukarıda fazlasıyla anlattım.

Uzun yıllardır My Dying Bride’ın yanından bile geçmiyorum ama Empyrium’a duyduğum sevgi ve hiç tükenmeyen karanlık enerjisi içimde hala parlıyor. Bu garip bir çıkarıma ulaşmama neden oluyor. Bu albümü ilk dinlediğim ve algılayamadığım zamanlarda daha çiğ, ham, ergen ve ilkel duygulara sahiptim belki de. Empyrium sanatı ise daha olgun, yıllanmış ve şarap halini almış duygulara karşılık geliyordu. Yaşının adamı derler ya.. Onun gibi bir histi.

Empyrium tarihine göz attığımızda en üst noktaya ulaştıkları ve insan ruhunu dümdüz ettikleri albüm olarak Songs of Moors & Misty Fields işaret edilebilir ama yıllanmış dinleyiciler için ilkler, çiğ ve ham haller daha ateşli bir karşılığa sahip olabilir. Tıpkı son teknoloji ile kaydedilmiş bir albümdense daha ilkel ve çiğ soundla kaydedilmiş ilk albümlerde şevkli yolculuğa başladığımız ve o zamanlar müziği daha derinden hissettiğimiz yaşanmışlıklar gibi. Neden en üst seviyede algılanan Songs of Moors değil de bu albüm? Çünkü bu albüm bir efsanenin doğuşuna karşılık geliyordu ve efsane, kült halini almış debut albümler daha kritik bir noktaya haiz..

1996 yılı için yeterince şaşırtıcı olan bu albüm sonrası Empyrium, aradan geçen 27 yılı dikkate aldığımızda sayısız gruba ve klona öncülük ettiğini gösteriyor. Günümüzde aynı yolun yolcusu olan birçok grup var ve çok azı “özgünlük” kisvesiyle diğerlerinden ayrılabiliyor. Empyrium ise saltanat koltuğunda hükümranlığına olduğu gibi devam ediyor. Özgünlüklerinden ve duygu odaklı dokunuşlarından ödün vermeden..

İlk eserlerinde olduğu gibi enstrümantal ve akustik Moonromanticism ile ısıtılan giriş, o dönemin çiğ müzikal yapısını yansıtan, ormanda kaybolan bir şapşalın ilk adımları tadında giren ve sonrasında bin dereden su getiren Under Dreamskies parçasıyla yolculuğuna başlıyor. 6,5 dakika boyunca distorşınsız gitarların yokluğunda klavye ve harmonik gitar tınılarıyla atmosferden atmosfere giren ve sonrasında içindeki tüm lavı püskürten The Franconian Woods in Winter’s Silence geliyor. Albümdeki bazı parçalar Songs of Moors & Misty Fields albümünün temellerini atacak esintiler taşımasa da bunu en güçlü şekilde hissettiğimiz parça kesinlikle The Yearning oluyor. Geçmiş ve geleceği bir arada düşündüğümüzde, albümde en sevdiğim ikinci parça olan The Yearning‘in grubun geleceğine bir ışık tuttuğunu ve bir sonraki muazzam albümün bu yapı üzerinden temel aldığını görüyoruz.


Bana göre albümün pik noktası, şahikası ise kesinlikle Ordain’d to Thee.. Bir sevginin, derin bir aşkın doğanın çeşitli enstrümanlarının betimlenmesiyle 11 dakika 14 saniye boyunca kılık değiştirip durması ve asla sonlanmayan bir nehrin debisiyle tüm damarlarımızı ele geçirmesi.. Bu durum hüzün denizinde boğulmak gibi.. Ama güçten düşürmeyen, hayatımıza son vermeyen bir boğuluş.. Hayali bir teknede tüm darbelere küreğimizle karşı koymak, hayat denen nehrin her zorluğunu aşmak ve nihayete kavuşmak.. Melodilerin başlangıcıyla içinizdeki tüm hüzünlü uykucular ayaklanıyor, yükseldikçe yükseliyor ve bir noktadan sonra benliğinizi hissetmemeye başlıyorsunuz. Büyülü bir ormanın patikalarında kaybolmuşsunuzdur. Susmak bilmeyen sesler, bir sona varmayan patikalar, altında kaybolunan yapraktan oluşan gökyüzü ve tüm bunların tomurcuk gibi patlamasıyla içimizden dışarıya yayılan sarsıcı hislerimiz. Doğada kendisini bulan ve farkındalığa ulaşan zihinlerin albüm boyunca ruhundan bir şeyler bulması şaşırtıcı değil. Doğanın tüm ihtişamına ve sarsılmazlığına olan aidiyet bağımız, tüm melodileri özümseyebilmenin ön koşulu gibi.

A Wintersunset…
Kış mevsiminde gün batımı solmakta olan ışık yansımalarının karla örtülü doğa manzarasını kristal bir hale dönüştürdüğü, hayallerle gerçeklerin çarpıştığı bir büyü anıdır. Gün ışığı erkenden solar, dünya çabucak kararır. Ve geceleyin başka bir hayat başlar. Bazı duyguların açığa çıktığı, keskinleştiği ve üst limitleri zorladığı.. Karanlığın gölgesinde normal duygulardan yalıtılmış yeni duygular alabildiğine ağır ve puslu bir dokumayla kaplanmıştır. Kar ve ışığın dansı tüm kırılganlıkları hassaslaştırır ve adımladığımız kar örtüsünü kristal bir yol manzarasına çevirir. Ağzımızdan verdiğimiz her nefes dumanlı ve buğuludur ama zihnimizi ele geçiren yeni duygular alabildiğine berraktır. Pekala albümdeki vokallerin buğulu bir kar örtüsünü andırması gibi.. İnişli çıkışlı müzikal yolculukla parlayıp sönen ama nihayetinde zihinsel pelerinimizi büyülü bir dokunuşla üzerimize geçiren.. İçimden bir ses yankılanır, tüm hüzünlü notalara rağmen:
“Beni mutsuz edemezsiniz!”


Albümü dinlerken ve tüm bu düşünceleri aklımda tutarken, elime aldığım kitabın kaldığım yerinde karşıma çıkan ilk cümleler bile, bu tesadüfün gizemli bir noktaya dönüşmesi, o an hissettiklerinle pişti olman anlamına geliyor. Natsume Soseki’nin Ben Bir Kediyim eserinde karşıma çıkması gibi:
Eskiden insanlara kendi varlıklarını unutmaları öğütlenirdi. Bugün ise tam tersi. Ne olursa olsun öz farkındalığını bir an olsun yitirme deniliyor. Sabahtan akşama kadar, kendi söz, fikir ve davranışlarımızı düşünerek hareket ediyoruz. Aklımızda sürekli bunlar var. Böyle şartlar altında kim zihninin dingin olduğunu söyleyebilir? Kafalarımızın içi ezeli cehennem ateşi gibi. Yeryüzünde insanları rahatlatan pek çok ilaç vardır belki ama hiçbir ilaç, kişinin öz farkındalığını unuttuğu anki kadar rahatlatıcı olamaz.
Gecenin karanlığına, Ay ışığıyla birlikte giren kişi, kendini unutabilen kişidir.

Yazar

Overview

Söz
95 / 100
95/100
Müzik
95 / 100
95/100
Prodüksiyon
80 / 100
80/100
Kapak Tasarımı
80 / 100
80/100
88
3

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir