“Kendimizden kurtulamadığımız zaman, kendimizi yiyip bitirmenin tadını çıkarırız. Belirgin lanetleri telafi eden Gölgeler Prensi’ni istediğimiz kadar yardıma çağıralım: Hastalık olmadan hastayızdır ve zaaflarımız olmadan cehennemliğizdir. Melankoli egoizmin düş halidir: Kendinin dışında artık hiçbir nesne, hiçbir sevgi ya da nefret sebebi yoktur; durgun çirkefe aynı şekilde düşüş, cehennemsiz bir lanetlinin aynı ters dönüşü, telef olma ateşinin o aynı tekrarları vardır. Hüzün derme çatma bir çerçeveyle yetinir; melankoliye ise, asık suratlı ve buharlı lütfunu, sınırları belirsiz olan ve iyileşmekten korktuğu için dağılmasına ve dalgalanmasına bir sınır konmasından çekinen derdini saçmak için bir mekan sefahati, bir sonsuzluk manzarası gerekir. İzzetinefsin en tuhaf çiçeği olan melankoli, kendi usaresini ve bütün zayıflıklarının diriliğini türettiği zehirlerin ortasında serpilip gelişir. Kendini yozlaştıranla beslenerek, kulağa hoş gelen isminin ardında, Mağlubiyet’in Kibri’ni ve Kendine Acıma’yı gizler.”*
Düşündüğümüzü unutuyor ve sonra tekrar baştan başlıyor, unuttuklarımızı hatırlıyoruz; düşüşümüz acı veriyor ve düşüyoruz, yine sonra bundan acı duymamaya başlıyoruz; bedenimizi zehirliyor, dönüp dolaşıp yolu bulmaya başlıyoruz. Zihin-beden denkleminde katettiğimiz yollarda bir çıkış yolu arıyor, bulduğumuz yolda ileri, geri hareketler yapıyor, yol bitmesin istiyoruz. Bitmesi de pek mümkün görünmüyor zaten. Söz konusu müzikse eğer arzuladığımız düşünceler bile birkaç hareketle yerini buluyor. Yol bitiyor gibi görünse de, umut bir anda umutsuzluğa yerini bıraksa da müzik ile yeşeriyor. Bir bas hareketinde veya saksafon sesinde. Gürültü değil istenilen, bilakis sakinlik ama aynı zamanda sakinliğin gürültüsü. Danimarkalı dark folk grubu Of The Wand and The Moon‘un Your Love Can’t Hold This Wreath of Sorrow albümünde bütün bunlar yaşanıyor.
Teknoloji bir gün düşünceleri de inceleme gibi değerlendirirse orada bana güneş parlayacak. Kim Larsen projesi olan OTWATM’un Your Love Can’t Hold This Wreath of Sorrow albümünü dinlemeye başladığım ilk andan itibaren kafamın içerisinde her biri diğerinden ayrı bir takım cümleler geçiyor ve biri diğerine bağlanmıyor. Birbirinden farklı enstrümanların iç içe geçtiği ve hiçbirinin diğerini rahatsız etmediği albümün kapağında Cioran’ın fotoğrafını canlandıran Kim Larsen ise giriş cümlesinin sebebini ortaya koyuyor ve geçmişin fısıltılarına yolculuğa çıkıyor.
Bilindik ters köşe. Ters ise nasıl bilindik olabilir? Uyumak isteriz ama bir şey bizi kendine çeker. Zihnimizin bir noktasını her zaman geçmişte bırakmışızdır ve biz, gelecek için uyurken geçmiş daima ayaktadır, bir anıyla bazen de yapılması gerekenlerle doludur. Her zaman yapılması gereken bir şeyler vardır ne de olsa. Albümün yayımlanan ilk şarkısı olan Whispers of the Past aslında 2020 yılına ait bir tekli ve tam da böyle bir anın müzikal yansımasına örnek. Yalnızca Cioran gibi zamanının ve şimdinin kaosuna tanıklık eden bir insanı ele almaktan öte tutum sergileyen Larsen, yaylılarla açılışı yaptığı Whispers of the Past şarkısıyla pandoranın kutusunu açıyor. Bazı insanlar yorgunluktan uyuyamaz, bazıları ise düşünmekten. Larsen ikinci kısımda yer alacak olmalı ki önceki albümlerinde de benzer şarkı sözlerine ve başından beri bozguna uğratmadığı dingin vokallerine denk geliyoruz. Geçmişe bağlılığın gelecek içerisinde hastalık sayıldığı bir dünyada geçmişe gitmenin altın kurallarını akustik gitarlarla teker teker gerçekleştiriyor bu şarkıda.
Albümü genel olarak düşündüğümde aklımda ilk beliren his, dengeli ve zengin oluşu yönündeydi. Yaylılardan basa, saksafondan gitara her tonuyla ahenk içerisindeki dansıydı. Önceki albümlerinde daha sabit şekilde ilerleyen ve sıklıkla gitarı baskın kullanan OTWATM bu albümde adeta devleşmiş. Akşamsefaları gibi gece açılması bir yanadursun yapraklarını aynı parallellikte açan muazzam bütünlük hakim. Albüme adını veren Your Love Can’t Hold This Wreath of Sorrow üzerine gelen Let’s Take a Ride (My Love) şarkısının bütünlüğü bile ritim tutmaya yetiyor. Basların ve saksafonun ağırlık kazandığı şarkının genelinde her ne kadar melankoli ağır bassa da dinlerken bir yandan parmaklarla ritim tutmaya engel değil. Melankoli mi? O da ne? Cioran’a göre boşluğa ve genleşmeye ihtiyaç duyan bir son ve düş hali.
Her şarkının bambaşka bir hikayesi olduğu kolaylıkla göze çarpıyor. Bir anda melankoliden gözü dönmüş biri karşımızda dikilirken diğer yandan tüm bunları inkar eden bir üstüne uyuyan var. Denge dediğim tam da bu. Yorgunluk, düşsel acıların yere serilmiş hali. Yorgunluk, düşten uyanmış birinin gün içerisindeki son hali. Uyuyor, uyanıyor ve Les journées sans fin Et les nuits solitaires sonrasında gelen Nothing for Me Here ile yalnızlığın tek kişi olmaya özgü olduğu yanılgısına saplanmaktan kurtuluyoruz.
Her şarkıya ayrı ayrı değinemem, zaten her şarkı da kendi başına bir anlam ifade etmeyebilir. Ucundan kıyısından OTWATM dünyasından bir kez geçmiş olanlar genelde grubun albümlerinin bütünü ifade ettiğini bilirler. Öyle ya, Whispers of the Past‘i ilk dinlediğimde etkilenmiş ama Nothing for Me Here için aynı duyguları beslemeyip, bekletmiştim. İkisini aynı anda kulağıma doldurduğumda ise muazzam bir tat almıştım -ki almaya devam ediyorum-. Her biri kendine has duyguyu ifade eden enstrümanların birlikteliği ile Your Love Can’t Hold This Wreath of Sorrow kuşkusuz benim için senenin en iyi işlerinden biri. Bütün bunlar olurken aslında biliriz ki hepimiz yalnızız (We are all alone) ve unutmayız bazı şeyleri. Oysa hafızayı reddedemesek de unutmayalım ki kurtuluş yalnızca unutuştadır**. Son olarak müzik çalar diriliriz, müzik susar yalnız hisseder, tekrar başlatırız. İyi dinlemeler.
Kiev’de görüşmek üzere Kim Larsen.
*Emil Cioran – Çürümenin Kitabı
**Emil Cioran – Umutsuzluğun Doruklarında
“Of the Wand and the Moon – Your Love Can’t Hold This Wreath of Sorrow” üzerine 1 yorum.